Malaanlatırgibianlat'ın yeni müdürü: Süleyman Şanstopu

Duygu yoksunu bloğumuzu kurtarsın diye Berkeley Üniversitesi'nde Posta Şiyirleri dersi vermekte olan pek değerli profosor(bu kelimeyi tek sesli harfle yazacaksın en güzeli oluyor) Süleyman Şanstopu'nu hiçbir masraftan kaçınma-yarak başımıza müdür yaptım. Hayırlı olsun. Belki böyle uzun cümeleler kurmama engel olur artık.

kahveli kedidili çorbası tarifi artı onsekiz = sıfır

tik tak
tik tak
tik tak
tısssssss...

(orta sınıf bir türk ailesinin evi, dekoru uzun uzun anlatmayacam sizin ev işte, sizin evi bir kez gördüm ben. hava karanlık sokaktan gelen köpek sesleriyle sahne aydınlanır, sahneye soldan uçarak girerim, sahne boş)

- ananıskiyllaaa uçuyom laaa, saatli bomba bombalı saat her nedersen işte patlamadı düşesim!
- asıl konuya gel korkut, düşesin olarak sana emrediyorum.
- süper uçuyorum düşesim hiç düşesim yok şu an!
- beni inkar mı ediyorsun korkut üneli!
- tamam kız tamam anlatıyorum.
- gel otur şöyle başımı düzüne koyayım sen anlat!
- olur valla. neydi hah, biz dokuz kardeşiz annem hasta babam bizi terketti ankara'ya gitti iki kadınlı bir çocukla çıkıyolarmış, fak badi olmuşlar.
- hadi ya neden?
- biz okumadık, ben sana diyorum dokuz kardeşiz diye de ezberden yani yoksa dokuza kadar say desen sayamam. babam da illallah etti gitti. ben hastayım zaten tiramisu yemem gerekiyo her gün yoksa elim ayaam titriyiveriyo bayılıp giddiyom allah seni inandırsın. o tiramisu denen gavur malını da sigorta karşılamıyo kedidili bisküvisi getiriyoz her hafta adana'dan anam hasta babam yetişemedi, gitmese bizi kesecekti gittiği iyi oldu cinnetindense.
- baban napıyo orda onun tahsili var mı?
- yok onun var ikiye kadar okumuş, ikiye kadar dediğim ikinci sınıf değil bildiğin iki rakamla 2 yani, acaba sayıları konuşurken rakamla mı söylüyoz yoksa yazıyla mı düşesim?
- orda napıyo baban dedim
- tekstil işine girmiş böyle iki santimlik bir mezurası varmış. onu da iki kez çevirebiliyomuş. böyle dört santimlik nevresimler perdeler araba çadırları falan yapıyormuş sonra toyzarasa girmiş dediler oyuncak elbibesi barbie giydirmece oyunu falan derken yapmış biraz pursaklara fabrika açacakmış araziyi almış da imar izni bekliyormuş zenginin parası fakirin çenesi demişler keh keh düşesim niye merak ettiniz.
- senin şu hastalığının kesin bir tedavisi yok mu?
- var düşesim, mükemmel tiramisuyu bulunca iyileşicekmişim ama daha olmadı annem yapıyo evde kadın saatlerce uğraşıyo ama olmuyo. hep kahveli kedidili çorbası oluyor amıniyiyim ay pardon küfürlü konuştum tek kelime ettim artı onsekiz yazmak lazım şimdi başlığa hay amınakoyim ya allah iki oldu. sustum peki.
- gel sarıl bana.
- oh yeah!

entarisi dım dım yar

kemal: iyi iş çıkardık arkadaşlar, eşyaları toparlayın, çıkışta içmeye...
emre: harbi iyi miydi abi?
kemal: oğlum sadece ben mi diyorum iyi diye; görmedin mi seyirciyi...
emre: gördüm de abi, ne bileyim, ben biraz zayıf kaldım, adam ilk perdeye "radyo tiyatrosu" filan dedi. hep benim yüzümden.
kemal: ulan topu topu bir kişi. ha, önemli bir şey ama biraz daha çalışacaksın demek ki. hem sen eşyalarını topladın mı?
emre: topladım abi hazırım. nereye gideceğiz?
kemal: şu göz kalemini de sil de akşam akşam belamızı bulmayalım.
emre: nereye gideceğiz? annemi arayıp söylemem gerekiyor.
kemal: o senden önce davrandı galiba.
emre: nasıl?
kemal: ulan, sana telefon veren de kabahat.
emre: ha, bi' saniye. yok abi, benim telefonum değil, bu sefer seninki çalıyor.
kemal: çok mu komik lan... e, biraz komik, evet; ama sen gene de gülme.
emre: açmayaca'n mı abi. kimmiş?
kemal: eski sevgilim.
emre: yağmur mu! siz ayrılmadınız mı on'la?
kemal: ayrıldık da. vardır bi' karın ağrısı.
emre: hadi iyisin, geceyi boş geçirmeyece'n.
kemal: şş, sus bakalım, dinleyelim... alo, yağmur?
"yağmur": kemal, ben özlemlere gitmek istiyorum.
kemal: git o zaman, canım.
"yağmur": ama ben seninle gitmek istiyorum.
kemal: canım, biz ayrıldık ama biliyorsun. hem şimdi...
"yağmur": biliyorum odtü'desin.
kemal:...
"yağmur": o kadar da sevmedin mi beni! çok güzel kız var mı oralarda?
kemal: sana ne!
"yağmur": gülme öyle, özledim seni. sarkmıyorsun di' mi kızlara?
kemal: yo', gayet de sarkıyorum... sevgili "eski" sevgilim benim.
"yağmur": öyle deme, üzülüyorum.
kemal: bitirmeyi benden çok isteyen sendin. bu nasıl bir cümle oldu lan böyle?
"yağmur": gelmeyecek misin?
kemal: neredesin sen bakayım? bu arada ne kadar içtin? daha doğrusu ne içtin sen. gerçi iki bardak bira da yeter ya sana.
"yağmur": ot.
kemal: oha!
"yağmur": kötü mü yapmışım. özledim seni. gel.
kemal: neredesin pekiyi, nereye geleyim.
"yağmur": kolej'deyim.
kemal: iyi ya işte, atla bir taksiye, 5 milyon tutmaz oradan. özlem öder paranı. ben de sonra geçerken uğrarım belki.
""yağmur": belki mi! sen beni hiç sevmedin.
kemal: arkadaş, o nasıl bir otmuş öyle; dilini peltek yapmış ama maşallah minval hep aynı.
"yağmur": doğru söyle, yeni kız var di' mi, hayatında?
kemal: olabilir... de bundan sana ne.
"yağmur": vardır tabii, boş kalmazsın sen.
kemal: yani?
"yağmur": yani'si var mı... özledim ben seni.
kemal: iyi, iyi neyse, ben gelirim, tam yerini söyle bir saate filan olurum orada.
"yağmur": bir saat çok. hem sen bir saat dersin, üç saate anca gelirsin.
kemal: gelmeyeyim o zaman.
"yağmur:"...
kemal: ama bak çok kötüysen polis molis alır. polis molis neyse de oralar tekin değildir şimdi. sen atla taksiye. ben özlem'i ararım, o alır seni. hatta, sen ara özlem'i, gelsin alsın seni.
"yağmur": ben seni istiyorum.
kemal: bu saatte seni isteyecek çok kişi var oralarda.
"yağmur": bir şey olmaz bana. sen gel.
kemal: iyi, demir köprünün oradaki taksi durağına geç. o abilerden zarar gelmez. orada bekle beni.
"yağmur": hemen gel ama...
kemal: aaa... hem ben de tam onu söylecektim, gecikirsem merak etme. dekorları filan toplayacağız.
"yağmur": oyun nasıldı?
kemal: gerçekten merak ediyor musun!
"yağmur": ...
kemal: ha, şöyle. tamam ben kapatıyorum şimdi. tamam mı?
"yağmur": tamam. seni seviyorum.
kemal: bu konuyu sonra konuşsak... ben ne döndüğünü tahmin ediyorum ama neyse gelince konuşuruz.
"yağmur": ne demek istiyorsun!?
kemal: hadi canım, konuşmaya devam edersek ben çok gecikece'm. hadi canım, hadi bakayım. bir saat sonra... dur: nerede?
"yağmur": köprünün ayağında.
kemal: hangi köprü?
"yağmur": demir köprü.
kemal: aferin. görüşürüz.
"yağmur": hoşçakal.
emre: kapattı mı?
kemal: kapattı, ne yapaca'n?
emre: yok bir şey abi, ne olsun.
kemal: sıratma lan.
serhan: eski sevgili iyidir, kemo, hadi iyisin.
kemal: la, bi' siktirin gidin.
serhan: ne var abicim, şu gece benim eski sevgilim arasa durmazdım.
kemal: onun derdi başka.
emre: neymiş abi?
serhan: ne olursa olsun seks var mı abi sen onu söyle.
kemal: var amına koyyim, var.
tuğba: yağmurla mı?
kemal: hayda sen nereden çıktın. pardon, bu arada canım, canımı sıktılar.
tuğba: gözde ne olacak?
kemal: gözde'yle daha tanışmadım bile.
tuğba: valla' çok uzun sürmez tanışmanız.
serhan: kız hazır abicim.
kemal: öyle mi lan. ama yağmur sarhoş olmuş. daha doğrusu ot çekmiş. iki birayla zom olur bu. şimdi söz de verdik.
serhan: ha, riske girmeyeyim diyorsun?
kemal: he, amına... hadi bu serhan iti gülüyor, sen de mi emre?
emre: adam haklı abi.
kemal: şş, bakın ben bunu eve bırakırım, sonra yanınıza gelirim, gittiğiniz yerden arayın, er geç gelirim ben.
tuğba: ha, ha, biliriz biz o geç gelmeyi.
serhan: sen gelmezsin abicim. anlatma bize şimdi.
kemal: siz gene de bir arayın, tamam mı?
tuğba. tamam, tamam, ben ararım.
kemal: hah, şöyle... bizim teknik sorumluları da çağırın, gelirlerse gelsin onlar da içmeye.
serhan: yok abi biz onlara rakı sözü verdik. bugün dinleneceklermiş.
kemal: iyi, hadi bana eyvallah.
emre: beline kuvvet abi.
serhan: vallaha ben demedim.
kemal: ulan! neyse... haksız da sayılmaz velet...

bir saat sonra...

kemal: n'aber? hayda... ha, yarım saat geciktim diye. anca geldim ya. bak gene başlayacaksak..? abi, bizi seyran'a kadar atabilece'n mi?
taksici: olur, atla. bu bayan, senin sevgilin mi?
kemal: gündüz açarsın di' mi abi?
taksici: mesafe kısa... ama sen tanıdıksın.
kemal: olsa gündüz açtırır mıyım abi...
taksici:...
kemal: sağol abi.
taksici: yenge ağlayıp...
kemal: incesu'dan girsek daha iyi olurdu abi.
taksici: buradan gireyim o zaman. bu saatte polis molis olmaz.
kemal: nasıl gidiyor işler abi?
taksici: çok şükür, abi, geçinip gidiyo'z. gececiyim ben.
kemal: biliyorum abi.
taksici: he, işte, bilirsin; ama sarhoş adam bile "gündüz" diye tutturur. ne anladım ben bu işten. kaldıracaklarmış.
kemal: gece tarifesini?
taksici: evet, iki kuruş kazanıy'oz, onu da elimizden alacak hükümet. bunların başı hep o...
kemal: buradan sağa dönelim abi.
taksici: buradan mı? yenge sızdı mı?
kemal: kuzenim abi, biraz içmiş herhalde... evin anahtarını unutmuş.
yağmur: kuzen mi!
taksici: tanıdık anahtarcı var, arayalım istersen.
kemal: yok abi, ben de vardı yedeği. bunun huyudur.
yağmur: bu mu; sen bana "bu" mu dedin?
kemal: tamam, kuzen; onları sonra konuşuruz. müsait bi' yerde.
taksici: burası uygun mu?
kemal: olur abi... ne kadar tuttu?
taksici: dört buçuk milyon...
kemal: sağol abi; üstü kalsın.
taksici: eyvallah.
kemal: hayırlı işler abi.
taksici: sana da hayırlı işler abi.
kemal: ...
taksici: daha sert kapatırsan abi... biraz daha sert vur.
kemal: ...
yağmur: ne dedi o?
kemal: yok bi' şey, zevzek zevzek konuşuyo' işte.
yağmur: kaba adam...
kemal: biraz sessiz ol; apart...
yağmur: ama iyi söyledi.
kemal: kaç tane içtin bakayım, sen?
yağmur: vurmaycak mısın yani?
kemal: sussana biraz kızım.
yağmur: ne var, özledim seni. sen de özledin mi beni?
kemal: ...
yağmur: git o zaman, ben giderim tek başıma.
kemal: iyi, peki', hadi görüşürüz. yukarı çıkınca balkondan bir el et; tamam mı?
yağmur: dur, nereye gidiyo'sun?
kemal: git, dedin ya.
yağmur: canına minnet tabii... git git orospuların bekler seni.
kemal: hadi eyvallah...
yağmur: kızdın mı?
kemal: kapının önünde öpmesen olmaz mı?
yağmur: iyi, tamam, ama sen de geliyorsun.
kemal: dur, zile basma; cenk uyuyormuş. "çaldırın, ben açarım," dedi özlem... alo özlem, biz geldik canım.
"özlem": tamam canım, açıyorum.
yağmur: n'aber canım?
özlem: iyiyim... geçin bakalım içeri... ben de b... hoca'nın ödevini yazıyordum. yatağınızı serdim. çarşaflar yeni.
kemal: sağol canım, ne gerek vardı.
özlem: kahve yapayım mı size.... kendime de koyaca'm.
kemal: sen otur, biz yaparız.
yağmur: hı, biz yaparız.
kemal: otur sen şöyle... ben yaparım.
yağmur: yok ben de gelece'm.
kemal: iyi gel o zaman amına... tövbe tövbe.
yağmur: yapacak mısın?
kemal: kızım sana ot içireni bir yakalasam... ha, yeri gelmişken... özlem ketıl nerede?
özlem: pardon masada unutmuşum.
kemal: şekersiz içiyordun di mi sen?
özlem: evet...
yağmur: ya ben, ya ben?
kemal: yağmur, alçak sesle konuş, cenk uyanacak.
yağmur: bir daha söyle...
kemal: alçak sesle konuş, dedim.
yağmur: onu değil; başta söylediğini...
kemal: ...
yağmur: söylemezsen avazım çıktığı kadar bağırırım.
kemal: ...
yağmur: bir, iki...
kemal: tamam ulan: yağmur.
yağmur: düzgün söyle.
kemal: yağmur.
yağmur: "cu'm" da demiştin.
kemal: yağmurcuğum.
yağmur: bayılıyorum... çok özlemişim seni.
kemal. şimdi de ağlayacak mısın?
yağmur: na'p'ıyım, seviyorum seni...
kemal: bunu o elemanın evine giderken düşünecektin.
yağmur: kimin evine?
kemal: selim'de değil miydin?
yağmur: kıskandın mı?
kemal: pek kıskandım diyemeyeceğim... hayırlısıyla bir sevişeymiş'iniz.
yağmur: ama ben seni seviyorum.
kemal: ne zaman anladın bunu: eleman sana abanınca mı!
yağmur: nereden biliyorsun bunları...
kemal: biz birlikteyken bile adam sana hastaydı.
yağmur: fark etmiş miydin?
kemal: en az senin fark ettiğin kadar..
yağmur: gerisini de bil o zaman.
kemal: yattınız mı bari?
yağmur: asla, onunla yatar mıyım ben hiç?
kemal: valla' bence oraya o niyetle gitmişsin ama...
yağmur: tam öyle sayılmaz... ders için...
kemal: tamam ders için olsun. adamın sana zaafı olduğunu biliyordun?
yağmur: ...
kemal: sırada bekliyordu yani... ben kızmam ribauntçuya... durumu anlatıyorum sadece...
yağmur: kıskandın sen onu.
kemal: aslına bakarsan kıskanmadım. yatsanız daha mutlu bile olurdum.
özlem: siz ne konuşuyorsunuz öyle fısır fısır, kahvelerin brezilya'dan geleceğini tahmin etmiştim.
kemal: pardon canım.
özlem: tamam, tamam ben aldım. ben hemen geçiyorum salona. çifte kumrular sizi.
yağmur: duydun mu ne dedi?
kemal: duydum. sen daha önce aradın yani özlem'i?
yağmur: evet, aradım: ne olacak?
kemal: eşeğin ziki olacak.
yağmur: ben seninkini istiyorum.
kemal: ot bayağı yaramış sana... neyse ne diyordum.
yağmur: burası çok soğuk; kahveleri alıp odamıza geçelim.
kemal: iyi öyle olsun.
yağmur: canım, biz odaya geçiyoruz, sana iyi geceler.
kemal: iyi geceler, canım. seni de böyle gece gece rahatsız ettik ama...
özlem: ne önemi var canım. görüyo'sun zaten. siz keyfinize bakın.
kemal: pekiyi canım. kolay gelsin.
yağmur: kemal, gelmiyor musun?
kemal: geliyorum canım, geliyorum.
....
kemal: hemen yatağa uzanmışsın. biraz konuşsaydık.
yağmur: ne konuşacağız şimdi. sen de uzan şöyle yanıma. kapıyı iyice kapadın mı?
kemal: ne oldu, ayıldın herhalde: utanmaya başladın yeniden?
yağmur:ne var canım şuraya uzansan... uzan öyle konuşalım. hem ben yatmadım diyorum selim'le...
kemal: yatsan ne olacak kızım. sevgilim değilsin bir şey değilsin.
yağmur: o yatmak istedi, ben izin vermedim. yanaştı ama çok istedi - kıskandın mı?
kemal: hayır, eğer şu anda burada olmasam ben de başka birinin evinde olmayı düşünüyordum. ikimiz de yalnız insanlarız.
yağmur: ben sensiz yapamıyorum ama kemal!
kemal: bensiz yapamadığın için mi gittin elin evine?
yağmur: ne yapayım, beni terk ettin sen?
kemal: ben mi terk ettim! birlikte karar vermedik mi? sen demedin mi "bu böyle gitmez: hayatına bir çekidüzen ver, işe gir", filan diyen sen değil miydin?
yağmur: halt etmişim. ben sensiz mutsuzum kemal.
kemal: ne zamandan beri?
yağmur: selim'in beni öpmeye çalıştığuı andan beri.
kemal: ha, şöyle: dökül bakalım.
yağmur: ne varmış, dökülmeyecek! evet, ona gittim, seni unutamıyordum, unutmam gerekiyordu ama. ama yapamadım. sen aklıma geldin.
kemal: öpüşürken mi?
yağmur: öyle olsa burada olmazdık.
kemal: büyük başarı...
yağmur: ısrar etti, ben karşı koydum. kaçtım. kafam güzel diye ona veririm sandı. biraz daha zorladı.
kemal: ben de olsam zorlardım. hatun eve gelmiş, otu takılmış, başbaşayız... öpme mesafesinde de bulunduğumuza göre işler o reddeye gelmiş demek ki...
yağmur: ama ben kaçtım.
kemal: bence ayıp etmişsin.
yağmur: kırıyorsun beni.
kemal: sen de yordun beni ama.
yağmur: ben'le sevişmeycek misin?
kemal: sevişirsek yeniden sevgili mi olmuş olacağız?
yağmur: olmaz mıyız?
kemal: o zaman sevişmeyelim.
yağmur: bi' saniye...mmmh...
kemal: yavaş!
yağmur: sen şarap mı içtin?
kemal: bravo: bir saat sonra büyük keşif.
yağmur: ama çok güzel olmuş ağzın.
kemal: öpmez misin!
yağmur: öperim.
kemal: soru değildi.
yağmur: sen gey mi oldun yoksa?
kemal: al bak işte, hepiniz aynısınız - zorla dedirttin. ben bunu yer miyim?
yağmur: yemez misin?
kemal: helal olsun valla'... mmmh... iner misin üstümden!
yağmur: tamam, ben alta geçeyim.
kemal: hayda...
yağmur: dur gıpraşma: benim olacaksın.
kemal: iyi, anasını sat'ıyım.
...
kemal: dur, biraz, telefonum çalıyor... nerede bu telefon?
yağmur: al, tuğba'cığın arıyor.
kemal: alo... canım... iyiyiz, iyiyiz... ha, evet, yağmur'layız... konuşuyorduk... yeni girdik içeri; ondandır... tamam yav, dediğin gibi işte...
yağmur: "sevişiyor musunuz" dedi: di' mi?
kemal: yok bir şey canım... dışarıdan geldi ses. nerdesiniz siz?... yok, yok; gelirim her'alde... siz takılın hele... evet, aslında....öyle gibi görünüyor... tamam, ben ararım sizi... çocuklara selam söyle... eyvallah... dur, bi' rahat dur canım. iki dak'ka konuşturmadın şurada.
yağmur: her şeyini özlemişim.
kemal: yavaş biraz, hah böyle iyi. dur bakayım: hah, kapatmışım. yavaş, yavaş kızım; koparaca'n.
yağmur: yerim bile ben onu.
kemal: iyi canım, ye o zaman. ikimiz de kurtuluruz. agh! tö'be, tö'bee! yağmur...
yağmur: bir daha söyle..
kemal: tamam, söylerim - sen devam et - ...
yağmur: emredersiniz sahip.
kemal: hayda?
yağmur: yatakta feministliğin bir sınırı var.
kemal: iyi. şimdi senin kafan güzel ya - cevap verme sen, çalışmaya devam et - ben altı ay sonra askere gidece'm. biz büyük ihtimalle bu geceden sonra gene kavga niza devam ederiz ilişkiye. ama sen o gün gelince "seni bekleyeceğim" diyeceksin, ben sana diyeceğim ki 'beni bekleme', ha, yok, biliyorum,inanıyorum, harbiden beklersin. yeter ki sevgilin olayım. yeter ki o boşluk dolsun. şu anda artık çok az şeyi anlayabiliyorsun - çoğunu hatırlamayacaksın bu gecenin - ama sana neden beni bekleme dediğimi hiçbir zaman anlayamayacaksın.
emin ol, ben de askerde - son yattığım kadın sen olsan da - belki de bu yüzden seni en fazla bir kez düşüneceğim. o zaman, şimdi seninle niye sevişiyorum diyeceksin? ... ama diyemiyorsun. o da benim sana olan şu kadarcık zaafım olsun. seni suçlamıyorum. ama bil ki ben uzun sürecek o erken mahşer döneminde yalnız kalmaktan çok hoşnut olacağım. mahşer dönemi nasıl bir benzetme lan?! emin ol; 31 bile çekmeyceğim. neyse bu kadarı yeter. neyi anlamayacağını anladın mı?
yağmur: anladım.
kemal: eminim anlamışsındır! o, çarşaf da buz gibi olmuş. gıpraşma, benim olacaksın.

Damsız Girilmez

erdal: enver baba, bu gece burada bitmez. gel bir de eskiyeni'ye girelim.
enver: hacı, ben bugün eğlenceye doydum. kafam da bir milyon oldu.
erdal: ama bugün senin doğum günün.
enver: sağol abicim, kutladık bitti. hadi, dönelim hacım, dağılalım evlere.
erdal: vallahi bırakmam, billahi bırakmam. giriyoruz içeri. hesaplar benden.
enver: hacı bak, hesabında filan değilim de... kaldırmaz şimdi eski kırkbeşlik filan.
erdal: ölümü gör. hem bak içerisi de güzel gözüküyor. şu giren çıkan kızlara bak. şu sarışın sarışın, esmer esmer geçen bulutlara bak. hiç itiraz kabul etmem; giriyoruz.
enver: anlaşıldı, senden kurtuluş yok.
bodyguard: buyrun beyler?
erdal: ıyi geceler.
badigard: hop, nereye arkadaşım?
erdal: ıçeriye...
badigard: damsız alamıyoruz arkadaşım.
erdal: ne?
badigard: damsız almıyoruz?
erdal: "parlez-vous français?"
enver: arkadaş damsız girilmez diyor, sen ne diyorsun erdal'cım?
erdal: ne bileyim abicim, dam filan deyince benim aklım fransa'ya gitti. dam kavalye hesabı.
enver: neyse hacı, gel oradan türkiye'ye. geldin mi?
erdal: geldim.
badigard: hoşgeldin abicim ama damsız almıyoruz.
erdal: bu nedirarkadaşım, bar değil, sanırsın nuh'un gemisi.
badigard: ne alaka kardeşim?
erdal: hani her hayvandan birçift hesabı. anladın mı?
enver: hadi erdal'cım, bak, almıyorlar, biz yavaştan gidelim.
erdal: yok abicim. ben buraya girmeden gitmem buradan. dur bak nasıl alacaklar şimdi... arkadaşım, neydi senin adın?
badigard: selahattin.
erdal: hah, bak selahattin kardeşim, biz bu barın eski müşterisiyiz. ben uzun zamandır yoktum buralarda, arkadaş da askerden yeni döndü. bugün de doğumgünü...
badigard: o zaman hiç almayız.
erdal: selahattin kardeş bizi burada herkes tanır.
badigard: ben tanımıyorum.
erdal: öyleyse tanışalım: ben erdal sert. bu da arkadaşım enver sarı. tanıştığımıza memnun oldum selahattin. hadi izin ver de girelim artık.
badigard: arkadaşım, kapamayın artık dükkanın önünü, almıyoruz. damsız almıyoruz.
enver: hadi erdal'cım, arkadaşların işine engel olmayalım. gecenin tadını kaçırmayalım.
erdal: iyi pekiyi, gidelim. ıyi geceler selahattin'cim... abi niye vazgeçiyorsun hemen. ben almıştım elemanı kafa kola. iki dakika daha muhabbet etsek içerdeydik.
enver: erdal'cım, iki dakika daha muhabbet etseydin yerdik odunun hasını.
erdal: abicim sen çok uzak kalmışsın sivil hayattan. dur bakalım. biz buraya gireriz.
enver: inat etme erdal, üstümüz başımız da uygun değil. hadi paşa paşa gidelim eve, tatsızlık çıkmasın.
erdal: ne varmış üstümüzde başımızda... affedersiniz, pardon, bir şey sorabilir miyim?
kız: iyi, sor bakalım.
erdal: bugün arkadaşımın doğum günü. kendisi çok kısa süre önce askerden geldi.
kız: param yok, arkadaşım lutfen.
erkek: hanfendi bakın yanlış anladınız. arkadaşım... param yok mu!... biz dilenci miyiz hanfendi! ha,paranız yoksa biz verelim, o ayrı... şimdi arkadaşım diyordum, askerden yeni geldi, ilk defa çıkıyor . ayıptır söylemesi, biz bu gece kumsal lokantası'na gittik, bir güzel içtik. sonra arkadaşım, ismi enver'dir, erdal, dedi bana. benim adım da erdal'dır bu arada. sizin isminiz neydi?
kız: ay!
enver: affedersiniz, arkadaş biraz sarhoş da, siz onun kusuruna bakmayın. aslında şey demek istiyor.
erdal: kalbimi kırıyorsun enver baba, hem de bir bayanın yanında. hem ben sarhoş değilim. bayandan bir ricada bulunmaktı maksadım.
enver: biz içeri girmek istedik ama damsız almıyoruz dediler. ıçeri kadar sizinle girsek?
kız: ha, öyle söylesenize... merhaba, arkadaşlar benimle...
badigard: yalnız hanfendi, damsız alamıyoruz.
kız: damsız alamıyor musunuz! ben varım ya işte.
badigard: siz girebilirsiniz bayan ama arkadaşları alamıyoruz.
kız: benimle beraberler dedim ya...
badigard: ıkisi de mi?
kız: zevzekliğin lüzumu yok.
badigard: yok, bayan yanlış anlamayın, beyfendilerden biri çok sarhoş, alamayız.
erdal: öyle desen arkadaşım, sarhoş alamayız de, niye damsız alamıyoruz deyip duruyorsun. pekala alıyorsunuz damsız değil mi? sarhoş da olmadığıma göre?
badigard: sen başıma bela mısın arkadaşım: almıyoruz dedik, almıyoruz.
erdal: ama bak selahattin'cim. tamam, bak sen de emir kulusun, seni de anlıyorum.
badigard: beyfendi!
enver: hadi erdal'cım, biz ufaktan kaçalım.
erdal: yok enver baba, biz bu gece, bu bara gireceğiz.
enver: abicim ne uzattın ama muhabbeti...
erdal: kırıyorsun beni enver baba.
enver: oğlum ne kırması. ben senin iyiliğin için diyorum. adam fena kıracak bizi.
erdal: kıramaz abicim, dağbaşı mı burası.
enver: erdal'cım, buraların kuralı da buymuş demek ki. başka gün geliriz.
erdal: başka gün olmaz, ben bugün bu bara girerim arkadaş.
enver: ıyi pekiyi, ne halt yersen ye, ama ben gidiyorum.
erdal: ayıp oluyor enver baba, öyle haltlı maltlı konuşmak yakıştı mı sana!
enver: erdal içince hiç çekilmiyorsun ha.
erdal: ne alakası var abicim. ben senin doğum günün için uğraşıyorum. ıyi tamam, sen git. ama ben giriyorum.
enver: tövbe tövbe...
erdal: ne dersen de, ben giriyorum. sen nereye gidersen git, ama bil ki çok kırıldım.
enver: hayda... az bekle illa gireceksen bizim kızları arayalım, gelirler.
erdal: kardeş, selahattin kardeş?
badigard: damsız alamıyoruz arkadaşım.
erdal: "damsız alamıyoruz, damsız alamıyoruz." sen başka laf bilmez misin arkadaşım.
badigard: bak, erdal kardeşim, bu gece böyle olsun. sonra, başka gün alırız. olmaz mı? hem içeride parti var. yalnızca davetlileri alabiliyoruz.
erdal : biz de bunu yedik!
badigard: ister ye ister yeme. bu akşam bu bara giremezsin arkadaşım. beni şiddet kullanmak zorunda bırakma.
enver: erdal.
erdal: ne var abicim ya, çekiştirme beni öyle. almıyorlarsa almıyorlar. kendileri kaybeder. ama ben de bir daha buraya gelirsem iki olsun. .mına koduğumun herifine bak. ulan meyhaneye gidersin, gamsız girilmez; bara gelirsin damsız girilmez. niye açıyorsunuz ulan o zaman, bu .iktiğimin barını.
badigard: pardon bilader, bir şey mi dedin sen?
enver: yok be hacı, kendi aramızda konuşuyoruz.
badigard: ha, bilelim de bir yanlış olmasın.
erdal: yanlış olursa ne olacak?
badigard: la havle...
enver: hadi hacı hadi...
erdal: yok ama, ben bugünü unutmam. yazdım buraya. seni de unutmam selahattin.
badigard: beyfendi alıp götürür müsünüz, elimden bir kaza çıkacak şimdi.
erdal: gitmiyorum lan, şuradan şuraya gitmiyorum. allahın sokağına da damsız almıyorsunuz ya.
enver: abicim, ne uzatıyorsun. birazdan bizim kızlar gelecek, küp'ün önündelermiş.
erdal: şimdi de almasınlar da göreyim. erdal sert'i bara almayacak adam daha anasından doğmadı.
badigard: bana mı diyorsun arkadaşım?
erdal: evet arkadaşım sana diyorum var mı, sana. ıki gün yüzümüzü unuttuk diye. takım elbise giyiyoruz diye. biz bu ortamların adamıyız. sor bakalım, bir gün bir olay çıkarmış mıyız? bir gün bir yanlışlık yapmış mıyız? neyse kızlar geliyor diye daha fazla konuşmuyorum.
badigard: konuşsan kaç yazar lan hırt. buraların adamıysan anla o zaman sen de badigardların halinden.
erdal: kırıyorsun bizi selahattin'cim, biz emekçi adamın en yakınıyız. onun mücadelesi bizim mücadelemizdir. onun emeği en değerli bir emektir.
badigard: sağol abicim, yalnız yolu biraz açarsak.
enver: kızlar da geldi.
kızlar: arkadaşlar bizimle.
badigard: buyrun.
bar sahibi: a, naber zeynep? enver, sen nerelerdeydin, yoktun uzun zamandır.
enver: askerdeydim..
bar sahibi: geçmiş olsun, nerdeydin?
enver: izmir.
bar sahibi: ıyi, bitmiş ya. buyrun gelin, içerde konuşalım. arkadaşlar bizdendir selo. bir sorun mu var, niye girmiyorsunuz?
erdal: yok, biz iki çift lafın belini kırıyorduk selahattin'le.
bar sahibi: ıyi, ben içeri giriyorum. sonra görüşürüz o zaman. sen ne yaptın zeynep?
erdal: sevdim seni selahattin. selo dersem olur mu? aslına bakarsan selo'cum, anlayacağın biz biraz içtik.
badigard: onu anladık abicim.
erkal: yok, yok, vallahi de billahi de ağzımızla içtik. ıçtik de... içtikçe koydu. artık minareye baktığımız zaman minarenin aleminin göğe doğru yükselişini pakize ilen bulutsuz ay mehtaplı bir gecede hiç mi hiç izleyemeyecektik demek. başımı tüyler gibi, kediler gibi, temiz tülbentler ve mendiller gibi kokan pakize'nin dizlerine koyamayacaktım.
badigard: hatun meselesi mi, pakize makize?
erdal: selo'cum bana sorabilirsin ben söylerim. sait faik'i bilir misin? şimdi biz bu sait faik'in evine gittik, geçen akşam, burgaz'a... kapıyı çaldım, açan yok.
badigard: abicim adam öleli elli yıl var.
erdal: ben de onu dedim, enver babaya, enver baba dedim. biz bu kapıyı çaldık ama sait faik öleli elli yıl oluyor, nasıl açsın kapıyı, dedim. hem bak selo, düşünsene biz kapıyı çalsak kapı da açılsa, kapıyı açan da bekçi filan değil de sait faik olsa altımıza sıçmaz mıyız abicim. ben sıçarım misal. allahtan açmamış. ben bunun üzerine bağırdım pencerlere doğru, çıksana lan dedim, faik beyin oğlu, panco'nun arkadaşı! sen beni dinliyor musun?
badigard: dinliyorum abicim.
erdal: en son ne dedim.
badigard: çıksana lan faik beyin oğlu, panku'nun arkadaşı demişsin. bu faik beyin oğlu beşiktaşlı mıdır?
erdal: niye sen beşiktaşlı mısın? beşiktaşlıysan, taşın bizim takımı al, bir gözü kör, ötekisi amatör kümeye bakar, topçular desen evlere şenlik: karıya bakar, kıza bakar.
badigard: yok abicim ben beşiktaşlıyım, öyle kalayım.
erdal: hepimiz beşiktaşlıyız bir yerde selo'cum.
enver: hadi bize müsaade. zeynep çağırıyor.
erdal: ...dedi, ben kırdım, gerisini bilmiyorum. senin anlayacağın selo, şu ışıklı evde bir gavur karısı var, ondan geliyorum. kocası afganistan'a gitmiş, ben karıyla bütün gece içtim. gecenin bir yarısı kocası dönmesin mi.
selahattin: harbi mi diyorsun abicim.
erdal: yok be selo, yalandan, hulyadan be. senin anlayacağın selo, ben bu ab'ye gıcık oldum. sonra sen de karşıma geçip damsız almıyoruz, giremezsin deyince tepem attı. olan biten bu. hadi ben seni rahat bırakayım, kızlar, biralar kaçmasın.

Şiyir: Ben sana layık değilim

ben sana layık değilim bilemezsin
adını yok gibi aklımdan siliyorum
beni sevdikçe daha çok kalkıyor götüm
ben sana layık değilim bilemezsin
bir kıtada beş kez adımı anıyorum

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor; bana ne
bu şehrin amına koyayım, sana bir şey olmasın
karanlıkta umutların parçalanıyorken ben
sokak lambalarına değdiriyorum
kaldırımlarda ürkmüş kalabalık
ben sana layık değilim, sen insan san hala beni

sevilmek kimi zaman osuruktan korkuludur
insan her sabah yeniden yorulur
tırsak kemalist ağzıyla yaşamaktan
kimi zaman susturur ergenekon korkusu
birkaç dosya siler bilgisayarından
hangi gün gözaltına alınacaktır
ağzına dek dolar, geri dönüşüm kutusu

şişli'de varsıl bir orospu gözüme çalıyor
eski zamanlardan bir adam yalıyor
durup anahtar deliğinden deliksiz izlesem
sonra kullanılmamış bir göt nedir desem
sabunlar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam ne yutsam
ben sana layık değilim, sen ısrarlısın

belki haziranda bir apış arasısın
ah ne kadar pisim, kimse bilmiyor
bir titreme geçiyor kızsız ellerimden
belki donunu indiriyorum yeşillikler arasında
bütün bütün ıslanıyorum, ürperiyorum
belki gördün kırıldın velevki çin'desin
çirkin hayaller hayalarımı zonklatıyor

ne vakit bir dayamak düşünsem
bu parasızlıkla epeyce zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir dayamak düşünsem
sus deyip başlıyorum
kımıldıyor çeşit çeşit memeler
evet başka türlüsü olacak
ben sana layık değilim, sen de bir hoşsun

Şiyir: Prag'da bir otel var bildiğim

prag'da bir otel var bildiğim yamru yumru kara taştan içi benim dışı rüzgar prag'da bir otel var sevdiğim gel bu akşamüstü seni oraya götüreyim

prag'da bir otel var bildiğim
anı defterimden yeni yeni sildiğim

bilirsin canısı ben gidince prag'a geçerim kendimden, kentimden,
istanbul bile geçmez düşüncemin semtinden

ve derim ki: prag dayım sanatın ve karizmanın başkentinde
spor, sanat ve kültür fizikle kalırım zinde

prag'da bir otel var bildiğim
sen de bilir misin sevdiceğim
adını kara taşlarına yazarken bir gece
dayak üstüne dayak yediğim

seninle randevulaştığımız o oteli ben nasıl hatırlayayım
sen unut geçmişini ben aklımda tutayım
koca koca suşileri nasıl bir başıma yutayım

prag'da bir otel var bildiğim
mermerini azmimle deldiğim
memelerini özgürce sevdiğim
sen gelmeden apansızca geldiğim

yamru yumru kara taştan
sen çıkardın beni, beni, hey yar beni baştan

prag dayım: soyadını nereden aldığını anlamadığım
der ki bana bu hayatta üç şey var, akşamüstü götürülecek bara
saçından tutup kafası geçirilesi duvardan duvara
anna, yaroslav ve murtaza!

adın da anna değil ama kulak memesi kıvamında kadınım
çok da umrumdaydı, o sarhoş prag dayımın:

prag'da bir otel var bildiğim
yamru yumru kara taştan
içi benim dışı rüzgar
prag'da bir otel var sevdiğim
gel bu akşamüstü seni
oraya götüreyim

Köy Fetişizmi

şimdi üç olay düşünelim:
1. şehirde yaşayan ve her sabah işine arabayla giden akşam işinden arabayla dönen bir adam, yine bir sabah arabasında işine gitmekte. birden bu adamın yanına daha önce hiç araba görmemiş gördüyse de binmemiş bir adam oturtalım. ve bu iki adamı gözleyelim. sürücü yaptığı işle ilgili değildir, gözler yolu izlemekte, elleri ve ayakları bu gözlerin gördüğüne bilinç düzeyi düşük, otomatikleşmiş ve başarılı tepkiler vermekte, araba gayet iyi bir şekilde yolda ilerlemekte ama adamın kafası bu durumla hiç ilgilenmemekte başka başka şeyler düşünmektedir. adamın vücudu otomatik olarak bu işi yapar hale gelmiştir ve beyninin başka şeyler örneğin akşam gitmek istediği halı saha maçı, karısının sabah söylediği bir tatlı söz, başbakanın domuz girib aşısı olmaması gibi şeyleri düşünme imkanı vardır. dönelim ve diğer adama bakalım. adam inanılmaz bir uyanıklık halinde arabanın içini incelemekte, sürücünün hareketlerini gözlemekte belki taklit etmekte, önlerinde akan yola, yanlarından geçen arabalara merak ve heyecanla bakmakta, açık pencereden kolunu ürke ürke uzatıp rüzgarın tenine vuruşunun tadını çıkarmakta, hayatında asla ulaşamadığı bu sürate sürücünün bir pedal basmasıyla ulaşışının garip farkındalığını duyumsamaktadır. arabada olmak onun için farklı, heyecan verici ve özel bir duygudur. bu adamın adı muharrem olsun.

2. boğaz'da bir vapurdayız. mevsim kış hava soğuktur. vapurun dışındaki sırada yan yana oturan iki adam görüyoruz. bu adamlardan biri doğma büyüme istanbul'u cihangir'de oturan ve kadıköy'de zar zor bulduğu bir garsonluk işinde 1000 ytl aylıkla çalışan iki oğlu izmir'de üniversitede okuyan bir adamdır. diğeri ise yıllardır ankara'da yaşayan ama bir fırsatını bulup istanbul'a gelememiş dolgun maaşıyla tek oğlunu iyi bir kolejde okutabilen bir avukattır. bu adamların ikisi de kırk yaşındadır. istanbullu zaten yetiremediği tek maaşının önemli bir kısmını vapura vermenin çaresizliğini, sevmediği ve ağır bir işte çalışmanın öfkesini ve içerde yer bulamayıp dışarda oturmanın üşüyüşünü yaşamaktadır. soğuk kış sabahında güne kötü başlamanın güzel yollarından biri vapurun içinde yer bulamamak olsa gerek. bir de sigara yasağı var ki sorma gitsin. ankaralı ise ilk kez bindiği vapurda deniz kokulu bu keskin ayazın titretişini keyifle yaşamaktadır. etrafında dönen martılara tostundan bir parça koparır ve atar. martılar parçayı havada kapar, kavgaya tutuşup ağzından düşürür ve yine denize düşmeden kaparlar. martılarla geçen bu yolculuk ankaralıyı ziyadesiyle keyiflendirir. yeni güne başlayan boğaziçini seyreder, zamansız bir uzam, günün hiç bitmediği bir yer burası, yeni güne başlamamaktadır ki boğaziçi, bin sene önce başladığı bir güne devam etmektedir. istanbul ne güzeldir. keşke istanbullu olsa bu keyfi hep yaşasadır. bu adamın adı da fahri olsun.

3. çukurova'nın geniş yazılarından birindeyiz. mevsim yaz. incir yetiren sıcakları başlamış. öğle vakti birkaç kişinin oturduğu bu dut ağacı gölgesi bile oturdukları yerde şıpır şıpır terleyen bu adamları serinletmez. sular kanılık, ayran çorba gibidir. adamlar geri işlerine dönmek üzere acele acele öğle yemekleri olan bulgur pilavı ve patlıcan sulusunu kaşıklamaktadırlar. iş sulama işidir ve suyun sağı solu belli olmaz, gitti mi yandık çoştu mu çürüdük demektir. acele acele yemek yenmeli ki tarlada su nöbeti bekleyenler de gelip karnını doyurabilsin. dut gölgesinde oturan adamlardan ikisine dikkat edelim. bu adamlar yirmili yaşlarında iki gençtirler. birinin hayatı bu köyde geçmiş hatta doğduğu haberini babası yine böyle sıcak bir günde bu tarlada fıstık sularken almıştır. liseyi dışardan bitirebilse polislik sınavına girmeyi umuyor, uzman jandarma da olabilir. sırtını devlete bir dayasa yeter, tarla tapan işinden tiksinmiş artık. yufkasını pilavın üzerine atıp bir sokum alıp ağzına götürüyor. pilav da lapa gibi olmuş. hava nasıl sıcak, babası da suyu niye geceye almamış ki sanki. gerçi o da ne yapsın üç kuruşluk fıstık için beş kuruş harçlık isteyecek saka, çekeceğiz artık. yemek bitiyor mu ne, yine sıcak, yine sinekli çamur içinde debelenip duralım hadi. diğer adam ise bu uzman jandarma adayının dayısının oğlu. adana'da doğmu büyümüş, anadolu lisesi bitirmiş, ingilizce'yi güzel konuşuyor, bu dilde filmleri altyazısız izleyebiliyor ve övünür de bu maharetiyle. halen istanbul üniversitesi'nde özel eğitim bölümünde okumaktadır. racon bilir bir edayla atıyor küreğe alışmamışlıktan su toplayan elindeki yufkayı pilavın üstüne, ellerini akrabalarından saklamıştı, biri görüp sorunca da "bir şey olmaz dayı, olacak o kadar" diye kestirip atmıştı bitirim bir tavırla. tarlaya bakıyor, ah diyor içinden, bu adamlar, toprağa can veriyorlar, toprağa can veriyoruz. arzın içine sokup küreklerimizi. gerçekten üretmek bu değilse nedir, diye düşünüyor. şu halaoğlu ne çalışkan çocuk. nasıl hırsla mutlulukla çalışıyorlar. köy ne iyi. ayran ne güzel. hemen yemeği bitirip küreğe sarılmalı, onlardan biri olduğumu göstermem gerek. ne yani biz de delikanlıyız. akşam serinliğinde bir de çay gelir mi acaba dünkü gibi, güzel bir muhabbet dünkü gibi olur mu acaba, diye meraklanıyor. oysa dün akşam çay geldiğinde bu adamlar su sırasında çıkan kavgayı anlatmışlardı. her hafta iki kez gerçekleşirdi bu olay. bu tezcanlı arkadaşımızın adı sait olsun.

muharrem, fahri ve sait'in düşünceleri kendileri için haklı ve doğrudur. ama genele baktığımızda bu insanların bazı hatalara düştüğünü görürüz. şehiriçinde araba kullanmak öyle rağbet görecek bir hobi değildir. tabii evrimleri araba teknolojisinden daha yavaş gelişmiş bir takım angutları dikkate almayalım. onlar yüksek sesle müzik çalarak şehir içinde boş boş gezmeye bayılırlar. belki de onlar da bu işi alışkanlıktan yapıyordur. bilemiyorum. sabah ayazında vapurun kenarında karşıya geçmek, insanın parasıyla rezil olmasından başka bir şey değildir. hele bir de sigara içmek yasaksa. rüşvet verecek durumu olmadığından fıstık suyunu gündüze alıp on beş saat elde kürek tepede güneş çalışmak ise insanı hayattan soğutur, o kadar ki uzman jandarma olup ensede mermiyle yaşamak bile çekici gelir insana.

gelelim önemli soruya:
muharrem, fahri ve sait bu hatalara neden düştüler?
cevap ortak. onlar şahit oldukları bu hayatların içinde değildirler. popüler tabir ile onlar bu hayatlardan teğet geçmişlerdir. muharrem köyünden ilk kez çıkmış ilk kez arabaya binmiştir. şehiriçinde dur kalk dur kalk yakılan benzinin ve sinir devrelerinin derdini bilmemektedir. fahri vapura verdiği üç kuruşla yaşadığı bu bambaşka güzellikte hislerin ve şahit olduğu manzaranın keyfini çıkarırken, bu üç kuruşu günde iki kez verdiğinde aylık vapur masrafının ne kadar olacağını, bu nemli soğuğu yedikten sonra akşama kadar ciğeri beş para etmez adamlara servis açıp çay dağıtmanın nasıl bir çile olacağını hesaplamaz. sait dedesinin köyüne yaz tatillerinde gelir, iki hafta üç hafta yayla havasının keyfini çıkarır ve geri adana'daki merkezi ısıtmalı apartman dairesine, okul başlayınca da sevgilisiyle kaldığı beyazıt'taki evine döner. köyde geçirdiği bu sürede akşamları ninesinin binbir maharetle hazırladığı haşlanmış tavukların ve sebze yemeklerinin, taze yumurtalı taze yağlı, acı ballı kahvaltıların tadını çıkarır. bu sırada farketmediği bazı şeyler vardır. tavuklar kendisi için öldürülmüştür. uzman jandarma heveslisi kuzeni bu yemeği misafirden misafire görmektedir. taze yağ kendisi için kahvaltıya gelmiştir. çünkü ninesi sağdığı sütleri haftada bir gelen sütçüye cüzi bir miktarda satmakta buradan aldığı azıcık parayla deterjan almaktadır. yine bu paranın birazını kocasına vermiş ve "azıcık bal al da saitime kahvaltı da çeşit olsun" demiştir. keyfini çıkardığı yayla havası o köyden ayrıldıktan yaklaşık bir ay sonra çetin bir düşman haline gelecektir. sait bunları düşünmez. köy hayatının, kendinin içinde bulunduğu kesitindeki gibi balkaymak geçtiği kanaatindedir. kuzeninin sağlam ve güçlü vücuduna imrenerek bakar. oysa bu yağız delikanlının yüreğinin, plansız üreme ve mirastan mirasa bölünmekten mütevellit toprağın yetersizleşmesiyle peyda olmuş köydeki geleceksizlikle sıkıştırıldığını, hayatı şehirde aramak ve oranın varoş çocuğu olmak korkusuyla kemirildiğini düşünmez. sait, için için, hayat size güzel, iş derdi yok, maaş derdi yok, diye düşünmektedir.

kısacası sorun empati yoksunluğu, tecrübesizlik ve iletişimsizlikten kaynaklanmaktadır.