Anayoluma kamera koydular!

frijider marka buzdolabı

inci'yle ilk kez yalnız kalabilmişiz, oda alabildiğine o da olabildiğine romantik; mumlar, şarap, müzik, yıldızlar, gökyüzü... inci'ye gerçekten aşığım, onu ilk kez öpeli bir gece olmuş yalnızca...

biraz şaraptan sonra uzanıyoruz kanepeye, zaten miniminnacık olan aşkım kafasını göğsüme koyuyor: dünyanın en mutlu insanı benim. ellerimi saçlarına atıyorum. okşuyorum. şiir bile okuyorum. zaman zaman kafasını kaldırıp yüzüme bakıyor gülümsüyor.
fırsatını bulunca öpüyorum dudaklarından saçlarından... yüzünü bir kez daha çeviriyor ve:
- gökhan, göğsünden patolojik bir ses geliyor, sigarayı biraz azalt.
tabii o romantik anda ağzından çıkan ilk sözün bu olmasını beklemiyoruz ama... olsun demek ki benim sağlığımla ilgileniyor. demek ki beni seviyor, diye düşünmekte yarar var. yoksa ben baştan ayağı cemalsüreya olmuşum, o ibn i sina... neyse...
- tabii, olur diyorum, azaltırım. istersen bırakırım bile...
de o gün ben boş mu durmuşum. heyecandan, ilk kez birlikte kalacağız ya, arkadaş evi verecek mi vermeyecek mi, o eve gelecek mi gelmeyecek mi, ne olacak, ne bitecek, beni yeniden öpecek mi, derken abanmışım sigaraya üçer beşer. kalır mı ciğer... sana patolojik sesten bol verceğim bir şey yok. ben bulutlardayım sen röntgen muayenehanesindesin, ben sana hastayım, sen bana radyolog. neyse... mesleğidir, şudur budur, bence bu da romantik bir şeydir, bu da onun cilvesidir diyorum, kapıyorum gözlerimi, haydarpaşanumune. .. yok be yav... basbayağı sevgilim kollarımda... umrumda mı dünya, şiirlerin bini bir para...

aylarca maymun olmuşum ama olayların gidişatından anladığım kadarıyla bu gecenin sonunda aşk olduğum kadınla sevişmek bahtiyarlığına çok yakınım... olmasa da olur ya... şöyle birlikte uyusak da yeter ya... neyse...
yanılmamışım, beklenen gelişme gerçekleşiyor, ateşli bir öpüşmenin ardından yatağımızdayız... yani, sinan'ın yatağında. ya abicim ben orda mıyım, değilim, ben binmişim bir bulut üstüne kucağımda sevgilim uçuyoruz yaniciğime... neyse... ister istemez içimizdeki o harikulade hayvan çıkıyor sahneye. soyunuyoruz. ama böyle bütün bütün ha... yatağa bağdaş kurup oturmuşuz öpüşüyoruz. sessizlik... yalnızca sevişen bir çiftin çıkaracağı o sesler. ve birden... meme uçları sertleşen sevgilim elini cinsel organıma atıyor - ki sizi bilmem ama biz kendi aramızda ona sik, yarrak, çük filan diyoruz , neyse - ve başlıyor sayıp dökmeye, şöyle sertleşme, böyle ereksiyon, şudur da budur, bıdr da bıdır... ben aldırmıyorum, herhangi bir yeri eksik bırakmamak için öpüyorum da öpüyorum. o da ne az önce kaldığı yerden devam ediyor:
- ön ejekülasyon gerçekleşiyor, yani birleşmeye hazırız, diyor. ben birdenbire kendimi anatomi dersinin ortasında buluyorum. o sırada vücudumda olan bütün fizyolojik değişimler anlatıldıkça ben varolan fiziksel değişimimden biraz feragat etmek zorunda kalıyorum. yani sizin anlayacağınız ben artık bir kobra değil, olsa olsa bir deveye, zamanla da pelteye dönüşüyorum. eski güzel dakikalarıma dönmek için bastırıyorum dudağımı dudağına. ne zaman? tam bana, ereksiyon kaybımı tariflerken. öperek susturmak en iyisi... yeniden toparlanır gibiyim. ıyi direniyorum ve kendime gelip cinsel birleşmenin neden olduğunu öğrenmek istemediğim girişli çıkışlı bölümüne geçeceğim ya. şu anda bile ne olduğunu bilmediğim bir tıbbi durumu benim üzerimden örnekleyiveriyor sevdiceğim, yavrucağım. ben gene "london briç follin davn" şarkısyla ceza sahasında "aklımda kupa elimde kola" aklımda kupa elimde kola kalıyorum. artık bir sevgili değil de bir hasta olduğum mutlak bilgisiyle beni toparlayabilirsen toparla artık. yok. tık yok. bu saatten sonra sabah uyanana dek doğrultamam artık, imkanı yok. şimdi teselliye başlıyor. ben durumu açıklayamıyorum, aman gerginlik olmasın, aman beni yanlış anlamasın vs. vs... bir teselli veriyor ya araya ereksiyon sorununun tıbbi nedenlerini koymasa... ben artık hayattan bezmişim. sabaha belki bir ihtimal, uyku sersemliği ve sabah ereksiyonuyla... çünkü böyle bir haldeyken o gecelik değil adeta ömrümün sonuna dek cinsel hayatım bitmiş olacak yoksa. ne zaman onu öpsem aman patolojik ses, aman bronşit, faranjit, laranjit, vs. vs.
sabah oluyor, tam düşündüğüm gibi, gerçek bir "uyursiker" olarak rüyamda gördüğüm şeyi inci'nin üzerinde uygularken buluyorum kendimi. ıyice uyanır olunca dün kaldığım yerden hop ılık bir mağaraya - ki buna halk arasında am, vajina filan diyoruz, neyse... çok güzel, hayal ettiğimden daha güzel... inci'de ses yok. herhalde dün gece yaptığının yanlış olduğunu düşündü, susmayı tercih ediyor, diyorum. ama yine de bu sessizlik bir şeyin yanlış gittiğine işaret ediyor olabilir, hiçbir ses çıkarmıyor. belki de fazla yumuşak davrandığımı düşünerek hızlanıyorum, yok ses yok. iyice hızlanıyorum. alnımda şıpır şıpır terler... yok, hiçbir tepki yok . eviriyorum çeviriyorum. her türlü muamele. bu muamele sonunda yatakta leş bırakmışlığım var ama inci'de tık yok. bazısı da böyledir, diyorum. ama artık zevk alamaz hale geliyorum çünkü bunları düşünüp duruyorum. yavaşlayarak kulağına eğilip öperken sorumu soracağım. o benden önce davranıyor:
- ne zaman geliyorsun?
- ne?
- gelmeyecek misin?
- ya sen?
- ben hiç gelmem ki...
- neden? yok yok, nedenini sormuyorum. atıyorum kendimi üzerinden. kendimi bayağı bayağı tecavüz faili gibi hissediyorum.
- neyin var, diyor.
- yok hiçbir şeyim yok.
- söyle bana, lütfen.
- yok canım ne olacak.
- yoksa sen de mi boşalamıyorsun?
- yo...
- öyleyse?
- ınci?
- efendim?
- sana bir şey söyleyeyim mi ?
- söyle...
hay, basiretim bağlanaydı da... dilimi eşşekarası sokaydı da... çok uzatmayayım... inci ısrar edince ben de o sırada gerçekten aklımdan geçen şeyi söyleyiveriyorum:
- inci, profilden ne çok benziyorsun atatürk'e...

İstekler

El koalosun frijitide ile ilgili fikir ve örneklerini burada da görmek istiyoruz. El kommela haaaa! TEMAAAASSSS! Changing the mag!

İki Günlük Garsonluk Serüvenim

Efendiler!

Efendi olunuz. Efendilik ne güzel bir şeydir. Ben efendi olamadım. Efendi efendi okusam okulumu bitirir adam olurdum. Olamadım. Efendiliğin kitabı varmış, Soner Yalçın'ın, onu okuyacam ilk iş olarak.

Bu sene birçoğunuzun bildiği gibi okulumun altıncı yılını idrak ediyorum.Kardeşim İstanbul'da okumak ile sürünmek arasında bir hayat sürdürüyor. Ailem zor durumda. Babam çaresizlikten ter ter tepiniyormuş, annem söyledi. Efendilik şart oldu, bir iş bulayım dedim. İki hafta aradım, yok. Sonunda Bahçelievler'de kahve ile kafe arası bir dükkanda bir garsonluk denk düşürdüm. Bugün üçüncü günüm ama hala evden çıkmamış olduğuma göre bu işi bırakmışım. Ramazan'da saat akşam 5'ten gece 4'e Ramazan'dan sonra da öğlen birden gece bire kadar çalışacaktım. Haftada altı gün çalışacak ayda 500 lira kazancaktım. Kabul ettim. Hesaplayalım: 200 lira kira, 50 lira faturalar, 44,2 lira yol parası, 112,5 lira sigara. Toplam 406,7 lira. Akşam yemekleri oradan. Genelde günde iki öğün yerim. Geriye kalan 93,3 lira benim ikinci öğünümü karşılar ve artar bile. Kabul ettim. Zaten günde 12 saat çalışan insan hiçbir şeye para harcayamaz. Fazlasını ne yapayım! Ama işi bıraktım efendiler. İki günden aklımda kalanları bir film şeridi gibi aktarayım size:

D: Patronun beş yaşındaki kızı.
P: Patron
PK: Patronun 25 yaşındaki kardeşi.
G: Şef garsonumsu
S: Bara bakan eleman.
Y: Yozgatlı aşçı yamağı
F: Ben

----

F: D, lütfen tükürme bana, yeter artık?
D: Hee, köpeeek köpeeeek!
F: Ne diyon kız sen?
PK: Lan biz seni çocuk bakıcısı diye mi aldık. Küllükleri değiştirsene!
F: A'bi D sürekli bana tükürüyor, böyle müşteriye bakamıyorum, sürekli elimi kolumu yıkamam gerekiyor.
PK: Hadi hadi, salona geç.

----

F: Ya bak kıracam kolunu kanadını, ne güzel de çocuksun biraz şirinlik falan yapsana ya!
P: Lan bak ilk günden kaytarıyon bu böyle gitmez ha!
F: Efendim, D, sürekli dışardaki çöpleri penceren içeri atıyor. Ona mı yetişecem çay mı götürecem bilemiyorum. Elimde dolu tepsi oldu mu hemen koşup denge mi bozmaya çalışıyor karnıma vuruyor.
G: He he yahu şu D de olmasa zaman geçmez ha patron?
P: O bi tane, o. Oy kızım benim.
G: Şu gözlere bak gözlere!
F: Mınaçaktııımın yalakası! (içinden tabii)
G: Furkan, ne dikiliyon burda, kapıda dursana.
F: Derhal a'bi.

----

Saat: 17:30
F: S usta, bu dolaptaki herşey yavaş yavaş donacak bir saat içinde hepsi mındar olacak. Ben bunun ayarını bilmiyorum. Şunu düzeltir misin?
S: He anam he! Ne saf adamlar var ya!
F: Bak benden söylemesi.
S: Tamam lan işine bak!

Saat 18:30
F: S usta soda istiyorlar. Bu sodaların hepsi donmuş.
S: Donmamışını al.
F: Hepsi donmuş abi.
S: Lan bin tane sodanın içinden donmuşunu nasıl seçiiyon ya!
F: Abi üç tane açtım üçü de donmuş.
S: Donmuşsa açma.
F: Açmadan belli olmuyo ki. Bakıyorum sallıyorum normal. Açınca kar gibi. Bak bu normal değil mi? Bak açıyorum. Aaa donmadı!
S: Malmdrmndm(homurtu)

----

F: Biliyormusuuuun köttüüüü karakterleeer vaarr! Biliyormusun seniiii benden çalaaaarlar!
F: Bazen herkesten sıkıldığın oluyodur, fişi çekip dükkanı kapatasın ınınınım
F: Git kendine başka taş bebek, başka oyuncaklar buuuul!
F: Hangi aşk yola gelir kiiii acı veren biri mutlu eder miiiii aldatan aldanırmış değer miiiii bahane bol.. gönül dara düsünce İiiiinsan hata yapar mı sevince sınırları çizersin giderse ü ze ni yollaa is ter se dön sün son raa Salla ar dı na bak ma as laa yolla al da tan al dan sın.. sal laaaaaa
F: Furkan, dur abi. Çok fena oldun sen. Bi sigara molası falan iste. Niye ya noldu ki? Abi bütün şarkılara eşlik ediyorsun, ambale oldun abi sen. Yapma ya. Valla koçum. Kafa eriyor senin. Sen bi yüzünü falan yıka. Tamam, sen arada uyar beni. Tabii Tabii. Çok fena.

----

F: Mustafa Çeçeli kimdi ya? Hocam mıydı liseden? Limancı mıydı limoncu muydu. Amaaan neyse. Yok takıldı bi kere? Kim bu Mustafa Çeçeli ya.

----

Saat 02:30
Andre Gide: Ey benim sevdiğim, ey çocuk! seni de götürmek istiyorum yanımda. Hadi, elini çabuk tut, bir ışık çizgisine sarılıver, işte yıldız! At ağırlıkları üzerinden. Geçmişin en hafif yükü bile seni tutsak etmesin artık.
F: Andre amca, o ışık, yıldız değil. Dükkanın alarmının ışığı. Hem lütfen bir daha çalıştığım yere gelme. Biz senle, ben kolpacı bir öğrenciyken bile anlaşamıyoduk, garsonken hiç anlaşamayız.

----

F: Y abi, nasıl yoruldun mu?
Y: İdare ediyoruz ya. Çalışacaksın başka çaresi var mı? Hem bana abi demene gerek yok Furkan, aşağı yukarı aynı yaştayız.
F: Ya ne bileyim. Burada herkes abim herkes efendim. Ağzım alıştı iki günde. Ne karaktersiz adam mışım be.
Y: Alışacaksın başka çaresi var mı?
F: Ya abi, alışacaksın başka çaresi var mı çalışacaksın başka çaresi var mı, sen niye böyle oldun ya!
Y: Başka çaresi var mı?
F: O hooo sen ölmüşsün. Gerçi başka çaresi yok hakkaten. Neyse ben salona çıkim laf etmesinler. Çıkalım Furkan, başka çaresi var mı?

---
Saat 03: 00
Andre Breton: Çalışmak utanılacak bir şey bence. Bu yüzden herkese eşit dağıtılmalı. Böylece bu utancı kimse yaşamaz.
F: Andreler, gelmeyin lan buraya. Andreleri almıyoruz.
PK: Ne bakıyon lan?
F: Dalmışım a'bi.
PK: Uyuyon mu lan yoksa?
F: Yok abi, ben bu saatte uyumam ki zaten.

---
G: Sen öğrenci misin?
F: Evet abi.
G: Kaçıncı sene?
F: Altı.
G: Hey maşallah. Kafan çalışmıyor herhalde.
Y: Usta, adam, hukuk fakültesinde okuyor senin benim gibi iki yıllık turizm okumamış ki.
G: Sen karışma lan, ne geziyon burda?
Y: Hava alim dedim.
G: Havayı sonra al.

---
PK: Sen şimdi avukat mı olacan?
F: İşte avukat hakim ne olursa?
PK: Avukat mı yani?
F: Yani hakim de olabiliyoruz, avukat da olabiliyoruz. Memur da kaymakam da noter de...
PK: Sen şimdi avukat mı olacan?
F: Tamam, peki. Avukat olayım. Avukat olacağım evet.
PK: Abi, bu avukatların hepsi çantalı hırsız ya!
P: HA ha HAaa!
F: Hehe hee, öyle ya evet. (içinden: soktuumun ayısı, insan bir espriyi bu kadar zorlar mı be.)

---
PK, P, G, D: Köpeeek... lan... hadi lan... la bebe... dur lan dur... kim döktü lan bunu... bi nargile yapmayı beceremedin bırak... lan gösterdim ya... sen baya safsın ha... azına sıçacam seniiiin... nerdesin sen... o bardağı tezgaha sen mi koydun... köşe masanın adisyonunu sen mi yazdın...
F: Peki efendim... derhal... hemen... hallederim efedim... pardon abi... ya bişi isteyebilir miyim... peki abi... benim haberim yok ki abi... bardağı düşüren sensin abi beni niye suçluyosun... ben yazmadım abi... tabii abi... afiyet olsun... rica ederim... olur abi...

---
F: Y abi bana ekmek arası birşeyler hazırlasana çok acıktım ben yemek yiyeli yedi saat oldu.
Y: Tamam kardeşim, ben sana en kralından bir pizza yapar mutfağa koyarım, iner çıkar yersin. Buraya kimse inmez rahat ol.
F: Sağ ol usta sen de olmasan.
Y: Ben olmasam da çalışacaksın başka çaren var mı?

F: VAR!


İşte böyle efendiler! Ben işten kaçmadım. Beni az çok tanırsınız. Bugüne kadar kaçmadım. Ha, kolpacıya çıkmış adımız. Doğrudur. Ama kimin ne işi varsa koştum. Ev taşıdım. Çanta taşıdım. Temizlik yaptım. Bahçe işleri yaptım. Çiçeklerle falan uğraştım. Tiyatro ayağına dekorlarla, malzemelerle, idarelerle uğraştım. İşten de yorulmaktan da kaçmadım. Yanımda sizlerden bazıları da vardı. Bir organizasyon işinde çalışmıştık. 12 saatten fazla ayakta durduk. Koşturduk. Yorulduk. Hatırlarsınız. Ben bu işi devamlı yaparım, demiştim. Hasılı işten kaçmam. Yine söylüyorum beni az çok tanırsınız. Yukarda yazdıklarım hep doğrudur. Beni tanıyan sizler, yukarıda yazdığım olaylarda vereceğim tepkilerin aslında başka başka olacağını, yukarıdaki durumlara düşmenin beni nasıl yıpratacağını, kıracağını bilirsiniz.

Bu sefer kaçıyorum. İskenderun'a dönmeyi düşünüyorum. Az dersim kaldı. Segilimle bozuştuk. Beni Ankara'da tutan tek sebebim vardı. O da bunca zaman sonra tası tarağı toplayıp geri dönmeyi gururuma yediremeyişim. Şimdi burada kalmanın gururumu tamamen yok edeceği kanaatine vardım. Belki de bilgelik budur. İnsanın gururunu ezmesi... Ama ben çocukluğumdan beri insanın bilgeliğine inanmadım. Doğanın bilgelğini sevdim. Hikayeciliğimin, bütün nesneleri bir bir saymaktan ve onlara şarkılar türküler yakmaktan ibaret olabileceği bir çağda yaşamak isterdim. Babam da kendi hesabına bunu isterdi. Basitlik sevgisi genlerimize işlemiş.

Şimdi bana yine şımarık, tembel, artist, hanım evladı diyebilirsiniz. Yine de diyebilirsiniz.


---
Andre Gide: Şimdi, küstah debdebeyle yüklü, arzularımı bununla yeniden susatmakla mutlu, geri dönmeyecek misin Menalque? Şimdi dinleniyorsam da, senin bolluğun içinde dinlenmiyorum... Hayır; sen bana hiç dinlenmemeyi öğrettin. Bu alabildiğine başıboş hayattan hala bıkmadın mı? Beni sorarsan bazı bazı acıdan haykırdığım oldu, ama hiçbir şeyden yorgun değilim -ve bedenim yorgun olduğu zaman, zayıflığımı suçlandırıyorum; arzularım beni daha iyi ummuşlardı. Elbet, bugün bir şeye pişmansam, o da birçok meyveleri, senin sunduğun meyveleri Aşk Tanrısı, ısırmadan bozulmaya, benden uzaklaşmaya bırakmış olmamdır. Çünkü bugün el sürmediğimizin ilerde yüz mislini buluruz, diye okurlardı İncil'den... Ah! arzumun kavradığı zenginlikten öte zenginliği n'eyleyeyim ben? Çünkü ben öyle şehvetler tanıdım ki, azıcık daha artsalar tadlarını duyamazdım.
F: Dinliyorum Andre, devam et.