Köy Fetişizmi

şimdi üç olay düşünelim:
1. şehirde yaşayan ve her sabah işine arabayla giden akşam işinden arabayla dönen bir adam, yine bir sabah arabasında işine gitmekte. birden bu adamın yanına daha önce hiç araba görmemiş gördüyse de binmemiş bir adam oturtalım. ve bu iki adamı gözleyelim. sürücü yaptığı işle ilgili değildir, gözler yolu izlemekte, elleri ve ayakları bu gözlerin gördüğüne bilinç düzeyi düşük, otomatikleşmiş ve başarılı tepkiler vermekte, araba gayet iyi bir şekilde yolda ilerlemekte ama adamın kafası bu durumla hiç ilgilenmemekte başka başka şeyler düşünmektedir. adamın vücudu otomatik olarak bu işi yapar hale gelmiştir ve beyninin başka şeyler örneğin akşam gitmek istediği halı saha maçı, karısının sabah söylediği bir tatlı söz, başbakanın domuz girib aşısı olmaması gibi şeyleri düşünme imkanı vardır. dönelim ve diğer adama bakalım. adam inanılmaz bir uyanıklık halinde arabanın içini incelemekte, sürücünün hareketlerini gözlemekte belki taklit etmekte, önlerinde akan yola, yanlarından geçen arabalara merak ve heyecanla bakmakta, açık pencereden kolunu ürke ürke uzatıp rüzgarın tenine vuruşunun tadını çıkarmakta, hayatında asla ulaşamadığı bu sürate sürücünün bir pedal basmasıyla ulaşışının garip farkındalığını duyumsamaktadır. arabada olmak onun için farklı, heyecan verici ve özel bir duygudur. bu adamın adı muharrem olsun.

2. boğaz'da bir vapurdayız. mevsim kış hava soğuktur. vapurun dışındaki sırada yan yana oturan iki adam görüyoruz. bu adamlardan biri doğma büyüme istanbul'u cihangir'de oturan ve kadıköy'de zar zor bulduğu bir garsonluk işinde 1000 ytl aylıkla çalışan iki oğlu izmir'de üniversitede okuyan bir adamdır. diğeri ise yıllardır ankara'da yaşayan ama bir fırsatını bulup istanbul'a gelememiş dolgun maaşıyla tek oğlunu iyi bir kolejde okutabilen bir avukattır. bu adamların ikisi de kırk yaşındadır. istanbullu zaten yetiremediği tek maaşının önemli bir kısmını vapura vermenin çaresizliğini, sevmediği ve ağır bir işte çalışmanın öfkesini ve içerde yer bulamayıp dışarda oturmanın üşüyüşünü yaşamaktadır. soğuk kış sabahında güne kötü başlamanın güzel yollarından biri vapurun içinde yer bulamamak olsa gerek. bir de sigara yasağı var ki sorma gitsin. ankaralı ise ilk kez bindiği vapurda deniz kokulu bu keskin ayazın titretişini keyifle yaşamaktadır. etrafında dönen martılara tostundan bir parça koparır ve atar. martılar parçayı havada kapar, kavgaya tutuşup ağzından düşürür ve yine denize düşmeden kaparlar. martılarla geçen bu yolculuk ankaralıyı ziyadesiyle keyiflendirir. yeni güne başlayan boğaziçini seyreder, zamansız bir uzam, günün hiç bitmediği bir yer burası, yeni güne başlamamaktadır ki boğaziçi, bin sene önce başladığı bir güne devam etmektedir. istanbul ne güzeldir. keşke istanbullu olsa bu keyfi hep yaşasadır. bu adamın adı da fahri olsun.

3. çukurova'nın geniş yazılarından birindeyiz. mevsim yaz. incir yetiren sıcakları başlamış. öğle vakti birkaç kişinin oturduğu bu dut ağacı gölgesi bile oturdukları yerde şıpır şıpır terleyen bu adamları serinletmez. sular kanılık, ayran çorba gibidir. adamlar geri işlerine dönmek üzere acele acele öğle yemekleri olan bulgur pilavı ve patlıcan sulusunu kaşıklamaktadırlar. iş sulama işidir ve suyun sağı solu belli olmaz, gitti mi yandık çoştu mu çürüdük demektir. acele acele yemek yenmeli ki tarlada su nöbeti bekleyenler de gelip karnını doyurabilsin. dut gölgesinde oturan adamlardan ikisine dikkat edelim. bu adamlar yirmili yaşlarında iki gençtirler. birinin hayatı bu köyde geçmiş hatta doğduğu haberini babası yine böyle sıcak bir günde bu tarlada fıstık sularken almıştır. liseyi dışardan bitirebilse polislik sınavına girmeyi umuyor, uzman jandarma da olabilir. sırtını devlete bir dayasa yeter, tarla tapan işinden tiksinmiş artık. yufkasını pilavın üzerine atıp bir sokum alıp ağzına götürüyor. pilav da lapa gibi olmuş. hava nasıl sıcak, babası da suyu niye geceye almamış ki sanki. gerçi o da ne yapsın üç kuruşluk fıstık için beş kuruş harçlık isteyecek saka, çekeceğiz artık. yemek bitiyor mu ne, yine sıcak, yine sinekli çamur içinde debelenip duralım hadi. diğer adam ise bu uzman jandarma adayının dayısının oğlu. adana'da doğmu büyümüş, anadolu lisesi bitirmiş, ingilizce'yi güzel konuşuyor, bu dilde filmleri altyazısız izleyebiliyor ve övünür de bu maharetiyle. halen istanbul üniversitesi'nde özel eğitim bölümünde okumaktadır. racon bilir bir edayla atıyor küreğe alışmamışlıktan su toplayan elindeki yufkayı pilavın üstüne, ellerini akrabalarından saklamıştı, biri görüp sorunca da "bir şey olmaz dayı, olacak o kadar" diye kestirip atmıştı bitirim bir tavırla. tarlaya bakıyor, ah diyor içinden, bu adamlar, toprağa can veriyorlar, toprağa can veriyoruz. arzın içine sokup küreklerimizi. gerçekten üretmek bu değilse nedir, diye düşünüyor. şu halaoğlu ne çalışkan çocuk. nasıl hırsla mutlulukla çalışıyorlar. köy ne iyi. ayran ne güzel. hemen yemeği bitirip küreğe sarılmalı, onlardan biri olduğumu göstermem gerek. ne yani biz de delikanlıyız. akşam serinliğinde bir de çay gelir mi acaba dünkü gibi, güzel bir muhabbet dünkü gibi olur mu acaba, diye meraklanıyor. oysa dün akşam çay geldiğinde bu adamlar su sırasında çıkan kavgayı anlatmışlardı. her hafta iki kez gerçekleşirdi bu olay. bu tezcanlı arkadaşımızın adı sait olsun.

muharrem, fahri ve sait'in düşünceleri kendileri için haklı ve doğrudur. ama genele baktığımızda bu insanların bazı hatalara düştüğünü görürüz. şehiriçinde araba kullanmak öyle rağbet görecek bir hobi değildir. tabii evrimleri araba teknolojisinden daha yavaş gelişmiş bir takım angutları dikkate almayalım. onlar yüksek sesle müzik çalarak şehir içinde boş boş gezmeye bayılırlar. belki de onlar da bu işi alışkanlıktan yapıyordur. bilemiyorum. sabah ayazında vapurun kenarında karşıya geçmek, insanın parasıyla rezil olmasından başka bir şey değildir. hele bir de sigara içmek yasaksa. rüşvet verecek durumu olmadığından fıstık suyunu gündüze alıp on beş saat elde kürek tepede güneş çalışmak ise insanı hayattan soğutur, o kadar ki uzman jandarma olup ensede mermiyle yaşamak bile çekici gelir insana.

gelelim önemli soruya:
muharrem, fahri ve sait bu hatalara neden düştüler?
cevap ortak. onlar şahit oldukları bu hayatların içinde değildirler. popüler tabir ile onlar bu hayatlardan teğet geçmişlerdir. muharrem köyünden ilk kez çıkmış ilk kez arabaya binmiştir. şehiriçinde dur kalk dur kalk yakılan benzinin ve sinir devrelerinin derdini bilmemektedir. fahri vapura verdiği üç kuruşla yaşadığı bu bambaşka güzellikte hislerin ve şahit olduğu manzaranın keyfini çıkarırken, bu üç kuruşu günde iki kez verdiğinde aylık vapur masrafının ne kadar olacağını, bu nemli soğuğu yedikten sonra akşama kadar ciğeri beş para etmez adamlara servis açıp çay dağıtmanın nasıl bir çile olacağını hesaplamaz. sait dedesinin köyüne yaz tatillerinde gelir, iki hafta üç hafta yayla havasının keyfini çıkarır ve geri adana'daki merkezi ısıtmalı apartman dairesine, okul başlayınca da sevgilisiyle kaldığı beyazıt'taki evine döner. köyde geçirdiği bu sürede akşamları ninesinin binbir maharetle hazırladığı haşlanmış tavukların ve sebze yemeklerinin, taze yumurtalı taze yağlı, acı ballı kahvaltıların tadını çıkarır. bu sırada farketmediği bazı şeyler vardır. tavuklar kendisi için öldürülmüştür. uzman jandarma heveslisi kuzeni bu yemeği misafirden misafire görmektedir. taze yağ kendisi için kahvaltıya gelmiştir. çünkü ninesi sağdığı sütleri haftada bir gelen sütçüye cüzi bir miktarda satmakta buradan aldığı azıcık parayla deterjan almaktadır. yine bu paranın birazını kocasına vermiş ve "azıcık bal al da saitime kahvaltı da çeşit olsun" demiştir. keyfini çıkardığı yayla havası o köyden ayrıldıktan yaklaşık bir ay sonra çetin bir düşman haline gelecektir. sait bunları düşünmez. köy hayatının, kendinin içinde bulunduğu kesitindeki gibi balkaymak geçtiği kanaatindedir. kuzeninin sağlam ve güçlü vücuduna imrenerek bakar. oysa bu yağız delikanlının yüreğinin, plansız üreme ve mirastan mirasa bölünmekten mütevellit toprağın yetersizleşmesiyle peyda olmuş köydeki geleceksizlikle sıkıştırıldığını, hayatı şehirde aramak ve oranın varoş çocuğu olmak korkusuyla kemirildiğini düşünmez. sait, için için, hayat size güzel, iş derdi yok, maaş derdi yok, diye düşünmektedir.

kısacası sorun empati yoksunluğu, tecrübesizlik ve iletişimsizlikten kaynaklanmaktadır.

0 kaşıntı:

Yorum Gönder